SABAHIN SEHERİNDE ÖTÜYOR KUŞLAR
Bir türkünün içli nağmeleri sızıyor karanlık gecenin aydınlık sabahına, Evç makamından yükseliyor yüreklerin yanıp yıkılmış kalp çarpıntılarına... Nereden geldiği bilinmeyen bir tınının ıssızlığından yansıyor yoksul evlerin kerpiç duvarlarına...
Bağlamanın mütevazı bildik mızraplarına eşlik eden, onunla adeta hemhal olmuş kemençenin hüzünlü ezgisine açıyorum gözlerimi. Rüyamın neresindeyim bilmiyorum, karakışın yüzümü yalayan soğuğuna inat, yorganı yüzüme daha bir kapatıp gördüğüm rüyayı unutuyorum. Yenisini kurabilirim nasılsa… Güzel bir köyü hayal edebilirim, benim gibi sabahın bu vaktinde uyanmış, hiç bilmediğim ve belki de hiçbir zaman bilemeyeceğim bir hayatı süren bir başka çocuğu düşüme ortak edebilirim. Onun da benim ki gibi, radyoyu uyandırma alarmı olarak kullanan annesini gözümün önüne getirebilirim. İşte şu anda farklı mekanlarda aynı türküyü dinlediğimizi, sıcacık yataktan kalkmamak, okula gitmemek için onun da düşler ürettiğini ardından uykuya yenik düştüğünü, hayal edebilirim...
TRT yurttan sesler korosunun sesi geliyor hafiften…
Sabahın seherinde ötüyor kuşlar
Balınan yuğrulmuş o sırma saçlar
Kudretten çekilmiş karadır kaşlar
İşte bu gönlümün cananı geldi
Seher vakti keklik çıkar kabana
Sallandıkça püskül değer tabana
Korkarım sevdiğim vara yabana
İşte bu gönlümün cananı geldi
Seher vakti keklik çıkar kabana
Düşüm değişiyor aniden. Esmer güzeli bir genç kız giriyor sahneye, çatık kaşları karalı. Ardından genç, yağız, yiğit bir delikanlı tıpkı filmlerdeki gibi… Türkan Şoray ile bir İzzet Günay filmi... Uzaktan birbirlerine bakışlarında aşk kıvılcımlarını görüyor seyirci… Kız mendilini düşürüyor çağıl akan ırmağa… Delikanlı aldırmadan soğuğa, atlıyor ırmağın deli akan sularına, dalıp çıkarıyor mendili, bir çırpıda geliyor güzel kızın yanına, uzatıyor kırmızı mendili. Kız mahcup, kız yüreği serçe yavrusu gibi pır pır, bir göz atıp gözlerine delikanlının koşarak uzaklaşıyor oradan. Kırmızı mendil delikanlının avuçlarında, tutuluyor çaresizce bu güzel kıza. Yarlardan düşercesine uçuyor göklere… Kalakalıyor kızın ardından, elinde mendili, gönlüne vurulmuş aşkın okuyla, o artık mecnun gibi sevdalı…
Annemin sesi, kesiyor hevesimi…
"Hadi daha kalkmadın mı sen? Geç kalacaksın…"
Duymazdan geliyorum onu, merak ediyorum ben bu masalın sonunu…
Bir diğer sahne açılıyor… Kız elinde tepsi, içinde kahve fincanları, köy evinde, misafir ağırlıyor…
Babası, annesi, tanımadığı kişiler ve bambaşka bir genç… Fincanları bırakıp gidiyor kız, ağlamaklı… Çaresiz yumup gözlerini kendi düşünü kuruyor ve ırmağa atlayan delikanlıyı hayal ediyor. Sadece bir kez görebildiği bu gözlere bırakıyor kendini… Tekrar ırmağa koşup varmak, onu bir kez daha görmek, keklik olup uçmak, yanına gitmek istiyor…
“ İşte bu gönlünün cananı geldi” diyebilmek için…
"Sen hala kalkmadın mı?"
Bu sefer annemin sertleşen sesiyle irkiliyorum… Diyorum ki kendi kendime, ya kavuşamazlarsa, ya ayrılırlarsa. Ya kızı sevmediği kişiyle evlendirirlerse, içim içime sığmıyor. Ama annem kararlı, başımda beliriyor… Düşüm yarım, kaybolan sevdalar gibi, umutlarım yarım… Türkünün son notaları kulağımda, isteksizce kalkıyorum yataktan.
“İşte bu gönlümün cananı geldi”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder