Yalnızca koca bir boşluk, dipsiz bir karanlık…
Uçurum neydi? Ya ayrılık? Uçurum buysa ya ölüm?
Yardan aşağı yârin gönlünden yuvarlanmak mıydı tepetaklak, rüyamda gördüğüm kördüğüm?
Neresinden gelirse nereye inerse kaybolmak mıydı boşlukta? Issızlığın satır aralarında yutkunmak, beklenen sevdaların hissiz koynunda ağlamak mıydı, bir ömür boyunca...
" Koşmayın çocuklar, düşeceksiniz alimallah uçurumdan aşağıya… Hem orası karanlık gelin bu tarafta oynayın… Hey! Duyuyor musunuz size söylüyorum?"
İyi de ben çok korkuyorum, oynamak istemiyorum ki, buraya gelmek de istememiştim zaten. Evde otursaydık keşke, çekirdek çitlerdik terasta- ben çitleyemiyorum ama olsun- yine radyo dinlerdik minderlerin üzerinde uykuya dalardım polis radyosunun sesiyle. Seviyorum en çok ben bu radyoyu, bir de meteorolojiyi… Kısa dalgadan başka bir kanal çekmiyor bizim evden. Bütün gün şarkı çalıyor. Camın önüne oturtuyor teyzem beni, sokaktan geçenlere bakıyorum… Daha okula gidemiyorum, küçüğüm diye hava güzel olunca balkona bile çıkartıyor… Keşke evde olsaydık şimdi…
"Acıkmadınız mı siz hadi gelin bir şeyler yiyin… Yavaş olun yavaş, masayı devireceksiniz."
"Koşturmaktan başka bir şey bilmiyor bu zamaneler…"
"Ay sorma bacım, bütün gün evdeler ya başım çatlıyor bunların bağırtısından. Akşam olunca iyi ki buraya, Erenlik tepesine çıkıyoruz da, nefes alıyorum biraz. Bu yaz geceleri geçmez başka türlü…"
Ben yemek yemek de istemiyorum. Acıkmadım ki, yemeyeceğim işte, eve dönmek istiyorum ben. Karanlıktan korkuyorum. Bu çocuklardan da korkuyorum. Geçen gün koşarken çelme takmıştı şuradaki bana. Yüzükoyun kapaklandım yere, dizlerim kanadı. Çok kızdı annem, pantolonum yırtılınca…
"Hadi gel kör ebe oynayacağız, sen ebe olacaksın tamam mı? En küçüğümüz sensin."
"Iıgıh…"
"Hadi gelsene, sen gelmezsen kim ebe olacak başka."
Oyun oynamak istemiyorum ben. Hele körebe oynamak hiç… Ebe olmayı hiç mi hiç istemiyorum. Kapatmayacağım işte gözlerimi. Çevremde koşup, gülüyorsunuz alaylı bana. Bir dokunup bir kaçıyorsunuz… Göremiyorum sizi, tutup kollarınızdan yakalayamıyorum. Hep kaçıyorsunuz benden… Bu oğlan düşürür yine beni, bu sefer döver annem… En iyisi hiç kalkmayım ben yerimden.
"Gelmiyor değil mi? Korkak o korkak… Karanlıktan korkar o. Gelmezse gelmesin biz oynarız."
"Tamam tamam burda otur sen, bibaşına, uçurumun kenarında…"
Uçurum mu? Uçurum bu mu? Uçurumdan uçururlar mı beni? Uçurtmam uçurumdan uçar mı peki? Ben nasıl uçmadan buradan kalkacağım şimdi?
Akşamdan geceye dönerken gün, ay ışığını bekler yeryüzü, görmek için kendi iç yüzünü… Pikaba bir plak konulur, çıtırtısı duyulur, iğnenin boşluktaki bir iki atlamasının ardından nihayet, nihavent makamındaki şarkı duyulur. Zeki Müren’in sesinden… Aşkın o en ince nağmelerinden.
İnleyen nağmeler ruhumu sardı
Bir rûyâ ki orda hep şarkılar vardı
Uçan kuşlar, martılar
Yeşil, tatlı bir bahâr
Gülen, şen sevdâlılar vardı
Arzular orada, zevk oradaydı
Bir deniz ki aşk dolu dalgalar vardı
Uçan kuşlar, martılar
Yeşil, tatlı bir bahâr
Gülen, şen sevdâlılar vardı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder