Ağaçlara dokundunuz mu hiç? Elinizi kabuklarında
gezdirdiniz mi bir kerecik olsun? O sert dokularına sürdünüz mü yüzünüzü?
Anlamak için onların sessiz dostluğunu, dokunun yeter… Deneyin, önce kapatın
gözlerinizi ve sarılın bir ağaca, sıkı sıkıya… Korkmayın sarılın, insanoğlu
gibi vurmazlar sizi arkanızdan. Merak etmeyin hisseder bir ağaç sevildiğini ve
sessizce teşekkür eder yapraklarının arasından, onun size seslenişini dinleyin.
Tanımaya çalışın onu, hangi ağaç olduğunu bulmaya çalışın. Kokusundan,
dokusundan, yapraklarından belki ona ulaşmaya, köklerinden inmeye çalışın
toprağına. Pişman olmayacaksınız!
İlkokul üçüncü sınıftaydım. Büyük küçük bütün çocukların
tek eğlencesi bu ağaçlarla oynadığımız “Ağaç kapmaca” oyunuydu. Kızlı erkekli
karışık oynanan neredeyse tek oyundu. İlk kim tutarsa ağaç o teneffüs onun
olurdu. Sona kalıp hiç ağaç tutamayan ise ebe olurdu. Eğer teneffüsün sonuna
kadar kapamazsa bir ağaç, diğer teneffüs yine ebe o olurdu.
Duvarın dibindeki ağaca göz dikerdim genellikle. Pek
kimse istemezdi meşe palamudunu. En uzak o diye diğerlerine.
O gün yine kapayım derken, birde baktım O da
kapmış benim palamudumu. İkimiz aynı anda sardık gövdesini ağacın, ellerimiz
değdi birbirine… Gözlerimiz gözlerimize… Su yeşili nasıl bir şeydi bu böyle!
Sarı saçları omuzlarına dokunmaktaydı. Beyaz teni parlak, gözlerimin içine
bakarak,
Türkçe derslerini sevmeye başlamıştım artık. Sadece
Türkçe derslerini mi acaba?
Gruplarından değildim, bana göre değildiler. Tek bir
arkadaşım vardı samimi olduğum o kadar. Annelerimiz birbirimize gitmemize izin
vermiştiler. Eve dönüş yolunda oradan buradan konuşturduk, beraber ödev
yaptığımız da olurdu. Bir gün dayanamadık ve açıldık birbirimize. Böylece su
yeşili gözleri olan çocuğunun nerede oturduğunu öğrendim, bir kız kardeşi
olduğunu, futbol oynamayı çok sevdiğini. Çocuklukta aşk başkadır. Bir oyuncağı
paylaşır gibi paylaşırsın sevdiğini, kıskanmak aklının ucuna bile gelmez,
bilirsin senin olmadığını, bilirsin hiç kimsenin olmadığını…
Narkissos’un hikayesini okuduk bir gün Türkçe
dersinde, ‘su yeşili’ okumuştu, o yumuşak güzel sesiyle…
“Efsaneye göre dünyanın en güzel, yakışıklı erkeği
Narkissos, Karaburun’da yaşar. Bu güzel ve yakışıklı erkeğe civarda yaşayan tüm
kızlar, hatta periler bile aşıktır.
Narkissos’tan yüz bulamayan perilerden biri Tanrı Zeus’a
yalvararak Narkissos’un cezalandırılmasını ister. Tanrı perinin bu isteğini
kabul eder ve
Narkissos’a aşık periler sevdikleri yakışıklı adamı sudan
çıkarıp gömmeyi düşünürlerken, sudan hiç bilmedikleri, görmedikleri bir çiçek
çıkmaya başlar. Periler rengiyle, kokusuyla çok beğendikleri çiçeğe Narkissos
adını verirler. Nergis adı da buradan gelir.”
FAKAT! Aynı aşkın ümitsiz hasretinde…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder