KIRMIZI GÜL DEMET DEMET
Işıksız gecelerde gökyüzü yıldızlarla kaplanır. Yanıp
sönen milyonlarca deniz feneridir sanki her biri. Her biri yolunu
kaybetmişlerin, kimsesizlerin, yalnızlığında kaybolup gidenlerin umut ışığı
olur da konar gönüllere bir pervane misali.
Döne döne ateşe doğru uçar pervane, bilir yanacağını
bilir küllenip külle, külde kalacağını. Yine de vazgeçmez aşkından, yine de
yaklaşır ateşe boyuna. Yenilmez korkusuna, ölüm vız gelir ona. Daha daha
diyerek uçar, adım adım sevgiliye koşar. Çıtırdar kanatları o geri dönmez. Pes
etmez sesi duyulmaz, cismi görülmez olur. Dokundu mu ateşe, artık yanar da
yanar dumana boğulur, kül olup geldiği gibi savrulur…
Çadır yaşamının en zoru gecelerdir, bitmek bilmez bir
türlü. Çamura saplanmış yataklarda uyumaya çalışmak ayazda titremeden oturmak
içilen birkaç kaşık çorbanın tadını bile alamadan tekrar acıkmak ve kurtulmayı
ummakla geçer zaman. Düşünmek için çok vakit vardır. Gece ayazında düş kurmak
da kâr etmez. Üşürsün, titrersin kat kat battaniyenin altında. Ne var ne yoksa
yakılır mangalda, ama vız gelir gecenin ayazına. Mangal ateşi harlandıkça
çevresinde uçan pervaneler çoğalır. Kokusu gelir yandıkça bilemezsin yanan
kimdir yakılan yürekler midir usulca?
Çadırların önlerinde birer gaz lambası asılır. Tek ışık
kaynağı, tek aydınlık bu gaz lambalarıdır. Öyle derin bir kokusu vardır ki
insanın içini bayar, uykusunu getirir. Hala ne zaman bu kokuyu duysam ilk
aklıma o çadır önü geceleri gelir.
Kokusu baygın gaz lambası…
Pırıl pırıl bir Nisan gecesiydi, “Bu gece kuyruklu yıldız
çıkacakmış” dedi biri. Merak ve korkuyla beklemeye başladık, “Acep ne ola ki”
dedi başka biri. “Uğursuzluktur, bir felaket daha gelecek başımıza “dedi,
yaşlıca biri. Daha bir korktuk.
Karanlıkta ellerimizin altındaydı adeta gökyüzü… Toplanıp
mangalın kenarına beklemeye başladık. Başlarımız havada… Işıltılarını izledik
yıldızların. Yanıp sönerek bize mesaj gönderiyorlardı. ‘Korkmayın yalnız
değilsiniz. Uzaktayız biz ama siz yüreklerimizdesiniz’ diyorlardı adeta.
Gecenin sessizliğinde bir bağlama sesi geldi
kulaklarımıza, kuyruklu yıldız yoktu görünürlerde ama ince yanık bir türkü
duyuluyordu. Arif abiydi bu. Elinde bağlaması, her zamanki taşının üzerinde
bağdaş kurmuş söylüyordu.
Kırmızı Gül Demet Demet
Sevda Değil Bir Alamet (Balam Nenni Yavrum Nenni)
Gitti Gelmez O Muhannet
Şol Revanda Balam Kaldı (Yavrum Galdı Balam Nenni)
Kırmızı Gül Her Dem Olmaz
Yaralara Merhem Olmaz(Balam Nenni Yavrum Nenni)
Ol Tabipten Derman Gelmez
Şol Revanda Balam Kaldı (Yavrum Galdı Balam Nenni)
Kırmızı Gülün Hezeli
Ağaçlar Bekler Gazeli (Balam Nenni Yavrum Nenni)
Karayağızın Güzeli
Şol Revanda Balam Kaldı (Yavrum Galdı Balam Nenni)
Gece, ayaz ve ayrılık türküsü… Gökyüzündeki yıldızlardan
gayrı kimsesi olmayan, yaşamak için direnen bir avuç insan ağlıyordu… Felaketin
üzerindeki açlığa, sefalete ayrılığın hüznü de eklenince acı katmerlenmişti,
yanıyordu ocak olmuş yürekler tütüyordu dumanı kimsenin görmediği umut
meşalesinde…
Arif abi yanımıza geldi, helallik istedi kim var kim
yoksa. Sabaha teskere almak için Kütahya’ya dönüyordu…
Ben gitmedim yanına. Öylece durdum, hiç kımıldamadan.
Mangalın başında, gözlerimi dikip ona baktım öylece yalnızca…
En son benim yanıma geldi. “Ne haber askerlik arkadaşım”
dedi, güldü. Gülmedim ben. Ağlamadım da. Çömeldi, boyunu boyuma yaklaştırdı ve
“Sana bir hikâye anlatayım mı?” dedi. Başımı salladım, evet anlamında.
“Gel öyleyse oturalım yerlerimize” dedi. Oturduk.
“Hani az evvel söylediğim türkü var ya, işte onun
hikâyesi…” Dinle hele” dedi… Dinledim.
Erzurum-Muharrem Akkuş-Nida Tüfekçi tarafından derlenmiştir.
"Ali diye bir oğlan varmış zamanın birinde… Savaş patlak
vermeden evvel gönül vermiş bir güzele, evlenmiş ve evliliğinin daha kırkı
çıkmadan askere çağrılıvermiş. Ali sevdiği ile anasını baş başa bırakıp
gidivermiş askere… Askere gitmesinden epey bir süre geçtikten sonra
savaşın bittiği haberi gelmiş köye, Ali'nin anası ile sevdiği mutluluk sarhoşu
olmuşlar. Ali'nin içinde bulunduğu grubun şehre dönüş tarihi belli olunca da
anası ve karısı başlamışlar hazırlığa. Ve o gün geldiğinde anası demiş ki: "Kızım ben gidip tren istasyonunda bekleyeyim oğlumu sende hazırlıkları
tamamla evde" ve tren istasyonun yolunu tutmuş sabahın köründe. Başlamış
beklemeye. Bir tren gelir biri gider ve oğlan gelmezmiş. Anası hava kararıncaya
kadar beklemiş ama oğlan gelmemiş. Umudunu kesen ana, evin yolunu tutmuş.
Eve geldiğinde gelinin odasından sesler işitmiş, kapıya yanaştığında içerde bir
erkek olduğunu anlamış yaşlı kadın. Ama kulağı iyi duymaz olduğundan anlamamış
kimdir nedir? Bizim Anadolu'nun anası namusunu kirli bırakır mı? İçerden tüfeği
kaptığı gibi odaya dalıvermiş ve yorgana doğru boşaltmış mermileri. Ortalık kan
gölüne dönmüş. Bu arada yorgan sıyrılıvermiş yatağın üstünden. Birde ne görsün,
iki yıldır askerde olan oğulcuğu ile ona gözü gibi bakan gelini yatağın
içindedir… Meğerse anası istasyonda beklerken az gören gözleriyle
görememiş oğlunu, oğlanda koştura koştura eve gitmiş ve sevdiceğini yalnız
bulunca dayanamamıştır. Bundan sonra ana zaten az olan aklını da yitirip
yollara düşer ki ağzında bir türkü."
Ayrılanlar, bağrı yananlar için söylene gelmiştir bu
türkü gel zaman git zaman… Hasreti çeken bilir çekmeyen ne bilsin… Acı, ancak
biley taşında bilendikçe azalır. Nasıl ki başak ezildikçe değirmende, un olup
aşımıza katık olduysa ekmek olduysa insanoğlu da öyle pişecektir hayat fırınında…
Her kıssanın hissesi bellidir… Anlayan anladığıyla kalır,
anlamayan zaten hiçbir zaman anlamayacaktır…
KIRMIZI GÜL DEMET DEMET
Işıksız gecelerde gökyüzü yıldızlarla kaplanır. Yanıp
sönen milyonlarca deniz feneridir sanki her biri. Her biri yolunu
kaybetmişlerin, kimsesizlerin, yalnızlığında kaybolup gidenlerin umut ışığı
olur da konar gönüllere bir pervane misali.
Döne döne ateşe doğru uçar pervane, bilir yanacağını
bilir küllenip külle, külde kalacağını. Yine de vazgeçmez aşkından, yine de
yaklaşır ateşe boyuna. Yenilmez korkusuna, ölüm vız gelir ona. Daha daha
diyerek uçar, adım adım sevgiliye koşar. Çıtırdar kanatları o geri dönmez. Pes
etmez sesi duyulmaz, cismi görülmez olur. Dokundu mu ateşe, artık yanar da
yanar dumana boğulur, kül olup geldiği gibi savrulur…
Çadırların önlerinde birer gaz lambası asılır. Tek ışık
kaynağı, tek aydınlık bu gaz lambalarıdır. Öyle derin bir kokusu vardır ki
insanın içini bayar, uykusunu getirir. Hala ne zaman bu kokuyu duysam ilk
aklıma o çadır önü geceleri gelir.
Pırıl pırıl bir Nisan gecesiydi, “Bu gece kuyruklu yıldız
çıkacakmış” dedi biri. Merak ve korkuyla beklemeye başladık, “Acep ne ola ki”
dedi başka biri. “Uğursuzluktur, bir felaket daha gelecek başımıza “dedi,
yaşlıca biri. Daha bir korktuk.
Kırmızı Gül Demet Demet
Sevda Değil Bir Alamet (Balam Nenni Yavrum Nenni)
Gitti Gelmez O Muhannet
Şol Revanda Balam Kaldı (Yavrum Galdı Balam Nenni)
Kırmızı Gül Her Dem Olmaz
Yaralara Merhem Olmaz(Balam Nenni Yavrum Nenni)
Ol Tabipten Derman Gelmez
Şol Revanda Balam Kaldı (Yavrum Galdı Balam Nenni)
Kırmızı Gülün Hezeli
Ağaçlar Bekler Gazeli (Balam Nenni Yavrum Nenni)
Karayağızın Güzeli
Şol Revanda Balam Kaldı (Yavrum Galdı Balam Nenni)
En son benim yanıma geldi. “Ne haber askerlik arkadaşım”
dedi, güldü. Gülmedim ben. Ağlamadım da. Çömeldi, boyunu boyuma yaklaştırdı ve
“Sana bir hikâye anlatayım mı?” dedi. Başımı salladım, evet anlamında.
“Gel öyleyse oturalım yerlerimize” dedi. Oturduk.
Eve geldiğinde gelinin odasından sesler işitmiş, kapıya yanaştığında içerde bir
erkek olduğunu anlamış yaşlı kadın. Ama kulağı iyi duymaz olduğundan anlamamış
kimdir nedir? Bizim Anadolu'nun anası namusunu kirli bırakır mı? İçerden tüfeği
kaptığı gibi odaya dalıvermiş ve yorgana doğru boşaltmış mermileri. Ortalık kan
gölüne dönmüş. Bu arada yorgan sıyrılıvermiş yatağın üstünden. Birde ne görsün,
iki yıldır askerde olan oğulcuğu ile ona gözü gibi bakan gelini yatağın
içindedir… Meğerse anası istasyonda beklerken az gören gözleriyle
görememiş oğlunu, oğlanda koştura koştura eve gitmiş ve sevdiceğini yalnız
bulunca dayanamamıştır. Bundan sonra ana zaten az olan aklını da yitirip
yollara düşer ki ağzında bir türkü."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder